Subemiz, Bayrampasa Belediyesi Nikâh Salonu’nda Türk Demokrasi Tarihi “Türk Usulü Demokrasi” konulu bir panel düzenledi. Oturum Baskanligi’ni Dr. M. Necip Yilmaz’in yaptigi panele konusmaci olarak Prof. Dr. Mehmet Altan, Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne, Doç. Dr Mustafa Sentop katildi.
Panelden önce “Darbeler ve Sonuçlari” adli resim sergisi gezildi. Panelist ve konuklarin büyük begenisini toplayan sergiden sonra panele geçildi.
Panelin açilisinda bir konusma yapan Sube Baskanimiz Hasan Yalçin Yayla, Egitim-Bir-Sen camiasi olarak demokrasinin ancak temel hak ve hürriyetlerin gelistirilmesi ve derinlestirilmesiyle mümkün olacagina inandiklarini söyledi. Gelismis ülkelerdeki demokrasi kavraminin, özgürlüklerin önünü açan bir yönetim biçimi olarak ifade edildigini, Türkiye’de ise antidemokratik uygulamalara ve darbelere taban olusturmanin vasitasi olarak algilandigini belirten Yayla, “Bu baglamda, Egitim-Bir-Sen, ‘sorumlu sendikacilik’ anlayisiyla demokrasinin gelismis ülkelerdeki algi seviyesine ulasmasi için yaptigi çalismalarla topluma yön vermektedir” dedi.
Panelde ilk sözü alana Prof. Dr. Mehmet Altan, panelin ismindeki ironiye dikkat çekti. Devlet Bakani ve Basbakan Bülent Arinç’a suikast iddiasiyla ilgili olarak polis tarafindan iki subay gözaltina alindiginda, Genelkurmay’in, söz konusu askeri personelin uzun süredir devam eden, kastedilen bölgeye yakin bir yerde oturan ve bilgi sizdirdigi iddia edilen bir askeri personel hakkinda bilgi toplamak üzere görevlendirildigini açikladigini belirten Altan, söyle konustu:
“Genelkurmay Baskani ne diyor peki? Örnek, bu Ankara Seferberlik Kurulu Bölge Baskanligi’ndaki yasadigimiz bir olay. Evet, bunlara biz görev verdik. Ben verdim, hiç kimse de irgalamasin, ben verdim. O görevi arkadaslar icra ediyorlar. Genelkurmay Baskani’nin samimiyetine, TSK açiklamalarindaki saydamliga bakin. Ayni Genelkurmay Baskani sik sik ne diyor: Silahli Kuvvetler, demokrasi ve hukuk devletine bagli ve saygili bir kurumdur... Bunu kime diyor? Kamuoyuna. Peki, kendisine ait oldugu teyit edilen ses bandinda kurmaylara ne diyor? Efendim iste bu Ankara Seferberlik Bölge Baskanligi’na gelecekler, arayacaklar. Yani ne yapacaksiniz? Bir, aratmayacaksiniz, aratmazsaniz ne olacak? Arayabilirler mi? ‘Giremezsiniz’ desen ne yapacaklar, girebilirler mi oraya? Nah girerler. Yok böyle bir sey, giremezlerdi yani. Bunu kamuoyuna ‘demokrasiye ve hukuk devletine bagli’ oldugunu açiklayan TSK’nin Genelkurmay Baskani telaffuz ediyor.”
Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne, HSYK’ya destek için akin akin giden yüksek yargi mensuplarinin, hukuk devletine hiç kimsenin veremeyecegi ölçüde zarar verdiklerinin farkinda olmadigini ifade ederek, “Bu tavir meslekî bir dayanisma degil, dogrudan siyasî bir tavirdir. Erzincan Bassavcisi Ilhan Cihaner’in tutuklanmasi bir yargi krizine degil, dogrudan siyasî bir krize yol açti. Kara mizah konusu olacak bir tablo var karsimizda. HSYK, Ilhan Cihaner’in tutuklanmasi üzerine, dört özel yetkili savciyi görevden aldi. Peki Cihaner’in tutukluluk haline ne oldu? Hâlâ tutuklu degil mi? O zaman HSYK’nin müdahalesi ve baslattigi tartisma ne ise yaradi? HSYK sadece devam etmekte olan bir sorusturmaya müdahalede bulundu; üstelik pesisira gelen siyasî kutuplasma bu müdahalenin de siyasî bir müdahale oldugunu gösterdi. Bassavci Cihaner tutuklandi. Bassavci tutuklandigi için sorusturmayi yürüten savcilar görevden alindi. Ama Bassavci hâlâ tutuklu. Demek ki Bassavci’yi serbest biraktiracak bir güç HSYK’da yok” seklinde konustu.
Türkiye’nin eski seçkinlerin direnisiyle karsilastigini kaydeden Türköne, “Ideoloji, bir çikari savunmak için gelistirilmistir. Laiklik artik ömrünü tamamlamis seçkinlerin, yeni çikan seçkinlere direnisi olarak karsimiza çikiyor. Laikligi bunun disina, anayasa ile iliskilendirmeye kalkinca bir yere varamiyorsunuz. Yöneten seçkinler, yetkileri aslinda tam almis degil. Silahli Kuvvetler direniyor, üniversiteler direniyor. Bagimsiz özerk yapiya sahip yargi da direniyor. Sayica azlar, sayica az olanlar yönetmek için kendilerini nasil savunuyorlar? Azinligi korumak için kurulan sistem, çogunluga karsi kullanildigi için problem çikiyor. Türkiye’de laiklikten bir ideolojik yasam biçimi çikartildi. Devlete ait bir sistemi, yeni bir ideoloji olarak ortaya çikardilar. Ideolojilerin iflas etmeye yaklastigi evre, sistemi savunanlarin kendi iç tutarliligini kaybettigi evredir. Laiklik bu asamaya getirildi. Bütün tartismanin özü, eski seçkinlerin gücünü koruma gayretleridir. Bunda da en etkili araç, maymuncuk gibi laiklik oluyor. Bütün basörtülerini açsaniz, problem yine bitmez. Bu defa, ‘Bu dinsizlik nedir?’ diye tepki gösterirler” degerlendirmesinde bulundu.
AB üyeligi sürecinin demokrasiyi güçlendirmesi bakimindan bir etki unsuru olabilecegini dile getiren Türköne, “Demokrasiyi tam anlamiyla isler hale getirecek her faktör, eski yönetici azinligin tepkisi ile karsilasacaktir. AB süreci demokrasiyi köklestiren bir süreçtir” diyerek konusmasini tamamladi.
Doç. Dr. Mustafa Sentop ise, Türkiye’de, Cumhuriyet’ten sonra üç anayasa yapildigini hatirlatarak, sunlari söyledi: “Bu anayasalardan ilki olan Cumhuriyet’in kurucu Anayasasi, hiçbir ideolojik yaklasim ve kurgu tasimamaktadir. Anayasalarda, genellikle, ideolojinin ‘monte’ edildigi yer olan ‘Baslangiç’ kismi 24 Anayasasi’nda yoktur. Devletin yapisi ve nitelikleriyle ilgili hükümlerde de ideolojik yaklasim bulunmamakta, bütünüyle teknik hükümler yer almaktadir. Devletin dininin Islam oldugu yazsa da, bu ifadeyi ‘ideolojik Anayasa’ tanimi içinde kabul edebilmek mümkün degildir. 1928 yilinda devletin dini ile ilgili ibare çikartilmis, 1937’de ise ‘CHP’nin alti oku’ olarak bilinen meshur alti ilke eklenmistir. Bu degisiklikleri, Anayasa’ya ideolojik boyut kazandirma süreci olarak degerlendirmek yanlistir. Anayasa’da yapilan degisiklikleri, bugün yüklenen anlamlar içinde ele alarak bir degerlendirme yapmak ‘anakronik’ olacaktir. Zira 1937 degisiklikleri yapilirken, gerek hükümet üyelerinin vermis oldugu degisiklik ‘layiha’sinin gerekçesinde gerekse TBMM Anayasa Komisyonu’nda yapilan tartismalar sonunda hazirlanan gerekçede bugünkü anlamiyla bir ideolojik yaklasim yoktur. Daha dogru bir ifadeyle, Anayasa’ya bir ideoloji kazandirma niyeti yoktur; asil mesele, tek parti olan CHP’nin ilkelerini Anayasa’ya dercetmek, parti-devlet bütünlesmesini saglamaktir. 30’lu yillar, Avrupa’da ‘fasist’ partilerin güçlendigi, Almanya ve Italya’da iktidara geldigi dönemlerdir. Türkiye’de de, CHP’de özellikle Recep Peker’in öncülük ettigi bir grup, parti-devlet bütünlesmesini siddetli bir sekilde savunmaktadir. Bu ‘fasizan’ tutumun bizzat Atatürk tarafindan hos karsilanmadigi ve elestirildigi de bilinmektedir. Buna ragmen, 1937’de parti ilkeleri Anayasa’ya sokulabilmistir. Bütün gerekçelerde ve TBMM Genel Kurulu’nda yapilan konusmalarda, muvafik veya muhalif, herkesin yapilacak olan islemin ‘parti ilkelerinin Anayasa’ya konulmasi’ndan ibaret oldugu noktasinda ittifak ettigi görülmektedir. Yani dogrudan Anayasa’yi ideolojiklestirmek niyetiyle hareket edilmemistir.”
Darbecilerin hiçbirinin Kemalist olmadigini savunan Sentop, Gürselizm, Kenanizm, Çevikizm diyemedikleri için Kemalizm’i birer kutsal zirh olarak bütün darbeci ve cuntacilarin kullandigini dile getirdi.
Panelin sonunda konusmacilara, demokrasi mücadelelerinden dolayi birer plaket takdim edildi.