Yükseköğretim kurumları sınavı (YKS) yerleştirme sonuçları geçen hafta içinde açıklandı. Üniversitelere yerleştirme işlemi sonrasında boş kalan kontenjanları odağa alan büyük bir tartışma başladı. 166 programa tek bir tercihin bile olmaması, pek çok programda da taban puanın oluşmaması önümüzdeki günlerde çokça tartışılacak.
Mezunlarına bir mesleği icra edebilecek beceriler transfer edemeyen yükseköğretim sistemimiz 2-4 yıl süre ile işsizliği öteleyen bir işlev üstlenmektedir. Tüm işlevi budur. Kendisine emanet edilen gençlerine bir meslek kazandıramayan yükseköğretim sistemimiz değersizleşmekte, işlevsizleşmekte ve cazibesini kaybetmektedir. Boş kalan kontenjanlar da bizim bu tespitimizi teyit etmektedir.
‘Her ile üniversite’ doğru bir politikadır ancak altı doldurulamadı.
‘Her ile üniversite’ stratejisi doğru bir politikadır. Mezkûr strateji ile yükseköğretime erişim problemi kalmayan ve çağ nüfusunun tamamının yükseköğretim hizmeti alabildiği ülkemizde, üniversitelerimiz kolay olanı tercih etti ve yatay büyümeyi önceledi. Fakülte ve yüksekokullar açılırken, öğretim programları düzenlenirken, iş gücü piyasasının talebini dikkate almadı. Bugün yaşadığımız kriz budur. Öğretim programları hazırlanırken mesleki yeterlilikler dikkate alınmadığı için mezunumuza bir meslek kazandıramıyoruz, bu nedenle de üniversite mezunlarının işsizlik oranı ülke ortalamasının iki katı.
Yükseköğretimin en temel amacı, mesleki bilgi ve beceri transfer etmektir. Yükseköğretim kurumlarımızın öğretim programları ile iş gücü piyasasının yeterlilikleri arasındaki makas ne yazık ki gittikçe açılmaktadır. Bu durum ise yükseköğretimin cazibesini kaybetmesine neden olmaktadır.
Yükseköğretim az sayıdaki seçkinin yararlandığı bir hizmet olmaktan çıkmıştır.
1982’de yükseköğretim hizmeti yüzde 6’lık sınırlı sayıda insanımızın ulaşabildiği bir hizmet idi. Sadece ülkenin yüzde 6’sının yararlanabildiği bir alanda böylesi sorunlar ortaya çıkmaz. 2002’de de halkımızın ancak yüzde 20’si yükseköğretim hizmeti alabilmekteydi. Yüzde 20’de de sorunlar kriz düzeyinde hissedilmez. Bugün çağ nüfusunun tamamı yükseköğretim hizmeti alabilir duruma geldi ise üniversite eğitimi ile iş gücü piyasası arasında senkronizasyonu sağlamanız ve ciddi bir planlama yapmanız gerekir. İşte yükseköğretim sistemimiz bu planlamayı yapamamıştır. Artık yükseköğretim az sayıdaki seçkinin eğitim hizmeti aldığı boyutu aşmıştır.
YKS, tekamül/olgunluk sınavı değil, sıralama sınavıdır. Bu veriler göstermedir ki Türkiye, yükseköğretime erişimde dünya ortalamasının çok üzerinde ve talep eden herkese yükseköğretim hizmeti sunabilir durumda. Bu nedenle de YKS anlam değiştirmiş, kimin yükseköğretim göreceğini belirleyen bir sınav iken artık hangi yükseköğretim kurumunda eğitim görüleceğini belirleyen bir sınava dönüşmüştür.
Yükseköğretimi az sayıda seçkinin yararlandığı bir hizmet olmaktan çıkarmayı başardığımıza göre şimdi yapılması gereken, yükseköğretim gören her gencimize bir mesleği icra edebilecek bilgi ve beceri kazandırmak, bunu yaparken de millî manevi değerleri özümsemiş bir kimlik ve entelektüel bir vizyonu eş zamanlı kazandırmak. Bunu yapabiliriz. Üniversite reformu ile bu kontenjanların iş gücü piyasası ile etkileşimini sağlayabiliriz.
Yükseköğretimdeki sorun konjonktürel değil, yapısaldır.
Yükseköğretim sistemimiz kendi iç dinamikleri ile yükseköğretim reformunu başaramaz. Bunda yükseköğretim sistemimizin kapalı sistem olarak kurgulanması en önemli faktördür. Yükseköğretim sistemimizin dış dinamiklere mesafeli tavrı, birlikte çalışma kapasitesini sınırlamakta, ortak aklı tecessüm ettirecek iletişim/etkileşim süreçlerinin tasarlanmasını zorlaştırmaktadır. Tüm bu yapısal faktörler ise yükseköğretimdeki krizi derinleştirmektedir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açık reform çağrılarına rağmen bir reforma imza atamayan YÖK’ün ortak akıl çağrısı yapması tercih boyutunu aşmış, bir mecburiyet olmuştur. Bölgesel çalıştaylar ile katılımcı bir anlayışla yükseköğretimin örgütlenmesinden insan kaynakları yönetimine, öğretim programlarından tematik üniversitelere ve misyon tanımlamasına kadar geniş bir çerçevede ortak aklı tecessüm ettirecek çalışmalara öncülük edebilir, ermelidir. Yeni YÖK Başkanı Prof. Dr. Erol Özvar’dan bu gayreti hissettiren açıklamalar duyuyoruz ve umutlanıyoruz.